Popüler Yayınlar

29 Aralık 2010 Çarşamba

Kadın mı üstün, erkek mi?

Gelin sonu gelmez bir tartışmaya birlikte nokta koyalım bugün… 
Yanlış iliklenmeye başlanan bir hırkanın düğmelerinin yanlış devam ettiği gibi, “Kadın mı üstün, erkek mi?” diye başlayan tartışmalar yanlış başlayıp yanlış devam ediyor, dolayısıyla bir türlü sonu gelmiyor. Gelmiyor çünkü düğmeler inatla yanlış ilikleniyor; tartışma layık olduğu zeminine bir türlü oturmuyor. Bu soruyu soranları hiç samimi bulmadığımı da baştan ifade edeyim. Eğer samimi olsalar, kendilerini önce “insan” olarak tanımaya çalışırlar ve bu soruyu kınından çıkmış kılıç gibi etrafa savurmak yerine, “Kadınların erkeklere göre daha yetkin oldukları noktalar, ve erkeklerin kadınlara göre daha yetkin oldukları noktalar nelerdir?” sorusuna benzer gayet mantıklı,karşı tarafta hiçlik hissi yaratmayan, onu incitmeyen sorular sorarlardı. Bence iki tarafı da anlama niyetine sadık kalınarak tartışılabilecek, fikir alışverişinde bulunulabilecek zemin burasıdır. 
Bu zemin üzerinde tartışmadan önce, sorunun öznesini oluşturan ve farklı olsalar da aralarında bir ahenk bulunan kadın ve erkekten biraz söz edelim. Bir tarafta inceliğin, zarafetin, hassasiyetin, duygusallığın ve güzelliğin sembolü olan kadın; diğer tarafta ağırlığın, olgunluğun, cesaretin, yürekliliğin ve gücün simgesi olan erkek. Tabi ki bir şeyin sembolü olmak yansıttığı şeylerin tek taşıyıcısı olmak anlamına gelmez. Duygusal erkek olmaz mı demeyin veya olgun kadın! Elbette olur. Benim söylemek istediğim tüm bu saydığım vasıfları bir arada taşıyabilen insanın “daha” sözcüğüyle ifadesini bulduğu taraflar. Evet, her insan az veya çok duygusaldır; ama kadınlar duygusallık noktasında “daha” ön plandadır. Her insanda cesaret vardır; fakat erkekler “daha” cesurdur. İstisnalar elbette ki vardır, ama kaideyi bozmaz demekle yetinelim… Diğer taraftan baktığımızda, kadın ve erkeğin sembolü olduğu bu sıfatların arasında bile bir harmoni olduğunu görürüz. Yani zariflik, duygusallıkla anıldığında hoş geliyor kulağa veya cesaret güçle anıldığında.Bu örnekleri pek tabi olarak çoğaltabiliriz; ancak bunu şimdilik yeterli görüyor ve asıl konuya dönmek istiyorum. 
Allah, Nisa Suresi’nde şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Sizi tek bir özden (nefs-i vahide) yaratan, ondan da iki eş (zevc) yaratan, sonra ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetip çoğaltan Rabbinizin bilincinde olun.” Bu ayet erkeklik veya dişiliğinde üstünlük arayan insanlara çok güzel bir cevap niteliğindedir bence. Özü bir olan bu güzide iki varlık, özündeki birliği unutup nasıl oluyor da cinsiyetinde üstünlük yarışına girebiliyor? Hucurat Suresi'nde geçen bir diğer ayette ise Allah:" Muhakkak ki ALLAH yanında en değerli ve en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınız (ALLAH'tan en çok korkanınız)dır. Şüphesiz ALLAH bilendir. Her şeyden haberi olandır.” buyuruyor. Yani takvadan gayrı hiç bir şeyde, bırakın kadın veya erkeği, “insan” olarak hiç kimsenin üstünlük sağlayamayacağını-hatta biraz daha ileri giderek ifade edersek-üstünlük taslayamayacağını vurguluyor. Ortak bir hayatı paylaşmada birbirine muhtaç olan bu iki varlık o zaman neden böyle bir yarışın içine buluveriyor kendini? Cevabı çok basit: Kadın olsun erkek olsun, insanlar kendilerini hakkıyla tanımıyor, belki de tanıyamıyorlar! Hayatın hengâmesi içinde icat ettiğimiz teknolojinin, özendiğimiz, sözde ileri olan batının (!) fikren esiri olmuşken ve bizi biz yapan değerlerimizi kaybetmesek de yozlaşmasına ve solmasına engel olamamışken nasıl tanıyacağız kendimizi. Eskilerin güzel bir lafı vardır: “Bir yastık da kocamak” diye. Hepiniz bilirsiniz, köylerde eski yastıkları vardır büyüklerin; ince, uzun ve en önemlisi de her yatağın başında bir tanedir onlar. Eskiler hakikaten bir yastıkta kocamaktaydı hiç kuşkusuz. Peki ya şimdi? Düğünlerde, dileklerde kalan bu sözü hayatımızda bulamıyoruz ne yazık ki. Bilmem fakında mısınız? Yastıklar bile ayrı düştü. Peki ya kendimizi kaybettiğimiz, yastıklarımızın bile ayrı düştüğü günümüzde cinsiyette üstünlük arayışı içinde olmanın bir anlamı olabilir mi? Elbette olamaz!
Kendinden ayrı düşen, kendini hakkıyla tanıyamayan insan için bir çözüm yolu aramak gerek öyleyse. Bu işe Allah’ın sözünden başlamak en doğrusu. Kuran’ın ifadesiyle Nefs-i Vahide’den, tek bir özden yaratıldığımızın, birimizin diğerine “zevc” olarak kılındığımızın, birbirimize müptela olduğumuzun farkında olmalıyız. Kaybettiğimiz “bizi” bularak ve kendimizi “insan” olarak tanımaya çalışmalıyız. Sonra neyin ardında duracağımız noktasında bir karar vermeliyiz. Cinsiyettin mi, yoksa insanın mı? İnsanın ardında duracaksak eğer aradığımız şey de üstünlük olmamalı. Yazımın başında da belirttiğim gibi karşı tarafı anlama niyetiyle belki “daha” yetkin olduğumuz taraflar aranmalı. Bu ilk düğme doğru iliklendikten sonra gerisi kendiliğinden gelecektir zaten. 
Birbirimizi daha iyi anlamak, “üstünüm!” diyerek yorduğumuz benliğimize ve eşimize hak ettiği değeri vermek, soluk ilişkilerimizi yeniden renklendirmek için atacağımız tohum elbette sinelerde toprağını bulacak. Bize düşen son görevse biraz samimiyet,biraz dua ve en önemlisi de kendimizi hakkıyla tanımak için göstereceğimiz çaba olmalıdır. Son sözüm mü? Son söz Allah’ındır: “Ey insanlar! Sizi tek bir özden (nefs-i vahide) yaratan, ondan da iki eş (zevc) yaratan, sonra ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türetip çoğaltan Rabbinizin bilincinde olun.”

Dua ile… 

Mustafa Ünalan
03.10.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder